Göçebe

Yıl 1998. Üç ortaklı bir firmamız var. İsmini vermeyeceğim büyük bir vakfın bilgisayar ve bilgisayar altyapı işlerini yapıyoruz. Kurumun İstanbul'daki bir kolejinin alt yapısı için iki ortak kalkıp İstanbul'a gittik. Yanımızda yine kurumun çalışanlarından bir inşaat mühendisi abimiz var. Öyle değişik bir tipi var ki daha çok inşaat kalfasına benziyor., mühendis havası yok. Böyle dediğimden başka bir şey çıkarılmasın, çok iyi ve bilgili biri. Benim tarifim görünüşü üzerine.

Yer İstanbul olunca ben onun tarihi dokusuna sahip her şeye bakarak geziyorum bu ikili ile. Arabayı ortağım kullanıyor. Boğaz köprüsünü geçerken gözüm yine bir gece önce her tarafını yakından süzdüğüm Ortaköy Cami'ne takılıyor. Bilinenin İslam mimarisi dışında ki mimarisinin beni çok etkilediğini düşünüyorum. İslam mimarisine uymayan gotik temaları var çünkü.

Araba köprüyü geçerken ben başımı arkaya çevirip bakmaya devam ediyorum. O esnada o abimizle göz göze geliyoruz. Arka koltuğa kaykılmış, kaybolmuş yorgun bir adam olarak görünüyor. Soruveriyorum;

- Abi İstanbul için “Sinan Kenti” derler, bu cami de mi Mimar Sinan’ın eseri?

Gülüyor ve az evvel ifade ettiğim, bir mühendis değil de halk adamı ağzıyla;

- Yok be Bahadırım! Diyor ve ekliyor. -Ortaköy Cami, Çırağan sarayı, Beylerbeyi ve Dolmabahçe sarayı gibi eserler III. Selim ve Aldülmecid döneminde, yurt dışından getirilen yabancı veya devşirme mimarlar tarafından yapılmıştır. Zaten Mimar Sinan’da devşirmedir. Baksana bir tarihimize Bahadır, biz göçebe bir toplumuz, gezip durmaktan çadır kurmanın dışında kavim olarak çok bir eserimiz yoktur. Eser bırakmayı bir yana bırak geçtiğimiz yerlerde taş taş üstüne koymamışız ki. Yakıp yıkmışız.

Bu cevap, çok geniş spektrumlu ve tarihimizin çok çok ötesine kadar bakıp, bir şeyleri sorguladığım bir an yarattı o içimde.

Benzer bir hikayede şöyle;

Bu olaydan çok son Ayvalık’ın Cunda adasını geziyoruz. Orada da Cami yapılmış tarihi eser niteliğinde bir çok kilise mevcuttur. Beni gezdiren sevgili arkadaşıma sordum,

- Neden orijinali ile bırakmadılar ki, kültür mirası bu yapılar. Yapılma amacına ters değil mi? Hem tarihi dokusu bozulmaz mı? Dedim.

Son derece aydın olan arkadaşımın bu konuya doğru ve sakin bir şekilde cevap vereceğini biliyordum.

-Aman Bahadırım! Dedi – İyi ki yapmışlar, öyle korunuyor bu yapılar, birkaç tanesini bırakmışlardı halk tuvaletini oraya yapıp tepki gösteriyordu. Kimsenin oranın kültürel bir değerini veya tarihi bir eser olduğunu algıladığı yoktu. Binadan intikam alıyor gibiydi insanlar. Kalan yapılar böyle korundu.

Bu iki hikayeyi hatırlayınca son yapılan restorasyon rezaletini daha iyi anlıyorum. Anadolu, bir sürü uygarlığa binlerce yıl kültür beşiği olmuş. Bizler bu toprakların 1.000 yıllık sahibi olarak, yeni ve eski kültür değerlerini koruyacağımıza onlara eskimiş kumaş muamelesi yapıyoruz. Eskinin kıymetini bilmiyor ders çıkarmıyor ve hala taş taş üstüne koymama kültürünü acı bir şekilde devam ettiriyoruz.

Bahadır Üge

Kategori : Makale -  Tarihi : 06/05/2015

Tüm hakları Bahadır Üge'ye aittir. Adı belirtilmeden kullanılmaz. © Bahadır Üge

Ortaköy Cami - İstanbul
Ortaköy Cami - İstanbul


Değerli yorumlarınız benim için önemlidir..