Uyanış

Alarm ikinci kere çalmadan uzanıp kapadı. Saat 07.10’u gösteriyordu. Yarı uykulu ve bezgin bir şekilde yatağın kenarına oturdu. Gün henüz odayı aydınlatmadığın loş odada sehpanın üzerindeki sigarasını el yordamıyla arayıp buldu. Çakmağını alırken dün uyumadan önce okuduğu mizah dergisine çarpıp yere düşürdü. Düştüğü yere bakarken yaktı sigarasını. Başını ellerini arasına alıp saçlarını ve alnını ovuşturdu. Bunu yaparken işaret parmağı ile orta parmağı arasına aldığı sigarasıyla saçlarını yakmamayı çok önceleri öğrenmişti. 

Odanın kapısı ani bir şekilde açıldı.
 - Metin uyandın m….. Öfff yine içerisi leş gibi sigara kokuyor. Sabah sabah kendine yazık ediyorsun oğlum. Yattığın yerde içme bari şu zıkkımı. Diyen annesine bakmadan kafasını ovuşturmaya devam edip, - Tamam anne, diye mırıldandı. - Hep tamam dersin, kahvaltıya gel hadi.  Konuşurken buruşturduğu yüzü ile sigara dumanına, uçuşan bir sineği izliyor ifadesiyle bakıyor, ellerini de abartılı bir şekilde  dumanı dağıtmaya çalışırcasına sallıyordu.. Metin bir kez daha - Tamam anne. Dedi, pozisyonunu hiç bozmadan. Annesi sert bir şekilde odanın kapısını kapadı.  Oda yine sabah karanlığına büründü..

Gözleri artık karanlığa alışmıştı Metin’in, derin bir nefes çekti sigaradan. Kızıl ateşi odayı daha bir aydınlattığında kısık gözleri ve dalgın düşünceli haliyle tam karşısında duran mantar panoya iliştirilmiş eski kâğıt parçasına baktı. 

 “Metin ol. Ben hep yanındayım” yazıyordu.

Derin bir iç çekti. Dile kolay 12 yıl olmuştu. O notu yazan babasını kaybedeli ve şu lanet sigaraya başlayalı koskoca 12 yıl. Bu yüzden liseyi darmadağın bitirmiş, zor bela kazandığı üniversiteyi iki sene uzatarak Kimya Mühendisi olmuştu. Zaten çok konuşkan ve girişken biri olduğu söylenemezdi ama babasını kaybetmenin onda yarattığı hüzün iyice silik bir hayat yaşamasına sebep olmuştu. Sevmediği bir işte çalışıyor, oradan çıkıyor doğruca eve gelip biraz bir şeyler okuyor, öylesine televizyon seyrediyor sonra yatıp uyuyordu. Farklı değişik bir şey yaptığı söylenemezdi. Çok arkadaşı da yoktu. Hem çok konuşmayan, fikir üretmeyen çokta eğlenceli olmayan biriyle kim arkadaş olmak isterdi ki? Annesi onun bu haline çok üzülüyordu. Ne de olsa tek çocuğuydu.  Onun 27 yaşında yalnız ve hala bekar olması bile yeterince üzüyordu yaşlı kadını. Mutlu bir ailesi olsun istiyordu belki bu sayede bu yalnız suskun hayatı biraz olsun renklenirdi.

Yarım saat sonra iş yerine çok yakın olan durakta indi otobüsten. Saçma sapan ikinci sınıf sanayi tip temizlik ürünleri üreten bir kimya şirketinde çalışıyordu. Sabun ve deterjandan gına gelmiş. Kâğıt üzerinde formülasyonlar yapıyor bunu laboratuvarda ki arkadaşlarına veriyor ve test üretimini takip ediyordu. Her seferinde daha az bileşenle sabun gibi kokan ama hem dermatolojik olmayan hem de yeterince temizlik ve hijyen sağlamayan ürünler çıkarmasını istiyordu amirleri. Ne de olsa küçük bir firmaydı ve pastadaki payı da o denli küçüktü.  Her seferinde yaptığı şeyin doğru olmadığına ilişkin konuşacak oluyor ama Hilmi beyin o hırçın katı suratından ve paldır küldür konuşmasından çekiniyordu. Zaten bir şey söylemesine de gerek yoktu. Amiri olan bu yaşlı ve aksi kimyager bulduğu her fırsatta bu sessiz delikanlıyı ezmekten, onun yaptığı işlere karşı olumsuz bahaneler bulmaktan kişisel bir zevk alır hale gelmişti.

Sessizce yürüdü iş yerine doğru. Gözünü bir kere olsun ayırmadı ona hapishane gibi gelen o binadan. Yan yana bir sürü kimya firmasının olduğu neredeyse metruk sayılacak 40-50 yıllık bakımsız bir binaydı. Birden tüm bu karamsar tarafını bırakıp gülümser gibi oldu ama çok beceremezdi gülümsemeyi. Sanki her gülümsediğinde suç işliyormuş gibi hissederdi kendini. Onda bu gülümsemeyi sağlayan tek şey, yan firmada çalışan biyolog kız Yeşimdi. Hemen hemen her gün aynı saatte kapı da olurlar ve belki üç beş adım beraber yürümeden önce yarı tutuk günaydın derlerdi. Aslında Yeşim onun kadar tutuk değildi. Günaydın derken gözlerini ondan kaçırsa da belki bir saniye baktığı o gözlerinde ona adını veren Yeşim taşının ışıl şıl yeşilini görürdü. Hiç bir zaman şöyle sesli başı dik bir günaydın diyemedi. Bunu diyemeyen biri zaten nasıl olur da -Bugün nasılsın Yeşim? Diyebilirdi ki. O tutuk ama heyecan verici bir kaç saniye onun için ömre bedeldi. Yeşim’de zaten sadece gülümseyerek günaydın der, o da ona nasılsın diye bile sormazdı. Belki sorsa iyi olur diye düşündü. O zaman konuşuruz. Yok, yok iyi ki sormuyor diye iç geçirdi. Saçma sapan bir şey söylerim bu sefer o güzelim günaydınlardan da olurum. Böyle daha iyiyim. Diye düşünüp aza kanaat getirirdi.

Ana girişteki 17 basamaklık merdivene geldiğinde 70 yaşında bir ihtiyar edasıyla çıkmaya başladı yukarıya. Mümkün olduğunca ağır. Yeşim’le denk gelmek fırsatını asla kaçırmak istemiyordu. 10.9.8… derken arkasından -Günaydın Metin! Diye biri seslendi Yeşim. Nefesi kesilir gibi olmuştu. Çünkü her zaman o topuklu ayakkabılarının sesini duyar ona göre kendini hazırlardı. Babet giymişti, yeşildi gözleri gibi. Başı önde arkasına döndüğü anda fark etti babetleri. O babetlere saatlerce bakabilirim diye düşündü bir kaç saniye içinde ama başka bir şeyi daha fark etti. Günaydın kelimesinin arkasına eklenen ismiydi o da.  Yeşim’le aynı firmada çalışan sıkça görüşmediği sınıf arkadaşı Bülent’in Yeşim’i onunla tanıştırırken - Bu da okuldan arkadaşım Metin dediğinden beri ikisi arasındaki günaydınlarda hiç isim geçmezdi. Ne Metin, ne de Yeşim. Sadece günaydın.
Bir an da topladı kendini mırıltılı boğuk -Gü... öhö, afedersin günaydın Yeşim. Dedi. Gözleri bir aşağı bir yukarı bakıyor dudakları gülümser gibi oluyor ama tekrar ciddiyetine dönüyordu. Terlemişti de. Gülerek ve koşa koşa yanından geçti ve kapıdan girmek üzereyken, 
- Öksürüyorsun, çok sigara içme! Diye seslenerek koridorda kayboldu. 6,5 ve 4. Durdu kalakaldı 4. basamakta. Bahar gibiydi bu kız ve o sıradan sabahına açmıştı Metin’in. Amma da konuşmuşlardı ona göre. İyi ama neden?

Standardın üzerinde uzun boyu düzgün fiziği ama bozuk güvensiz duruşu olan bir gençti Metin. Ensesine kadar kıvırcık kestane rengi saçları ve o saçlarla uyumlu ıslak ışıltılı gözleri vardı. Lakin güzel olan her yerini bir şekilde devekuşunun kuma soktuğu kafası gibi sakladığı için görünmez oluveriyordu koca kalabalıklarda. Yaklaşık 2 dakikadır 4. basamaktaki şok halinden onu Hilmi beyin o edepsiz küstah sesi çıkardı. - Metin bey saat 8.34, mesainizin buçukta başladığını bilmem hatırlatmama gerek var mı? Bu hafta bu üçüncü oluyor. Sanki biri kaburgalarının arasına parmaklarını sokmuşçasına irkildi. Büyü bozulmuştu. Yine kurbağaya dönüşen prens gibi ezile büzüle -affedersiniz bir daha olmaz. Diyerek başı önde koşar adım kapıdan geçip şirketin kapısından içeri girip kayboldu. Hilmi Bey sağ avucunu kaldırıp onu işaret edercesine sırıtıp alaycı bir ifadeyle arkasından baktı. Zafer kazanmış bir komutan edasıyla bu baskın tarafını kimler gördü acaba der gibi koridorda ağır ağır yürürken sağ sola  ara boşluktaki tırabzanlara baktı. Kimseler yoktu. Yüzü asıldı. Elleriyle ceketinin yakasını düzeltip işaret parmağı ile düşen gözlüğünü ittirip o da şirketin kapısından içeri girip kayboldu.

Nihayet öğle tatili geldiğinde kendini o merdivenlere attı. Yemek falan yemek istemiyordu. Yaptığı uyduruk kimyasallardan farklı değildi yemekhanenin yemeği zaten. Sanayi tip ağır yağlı tatsız tuzsuz karnı doyurmak için yapılmış sözde gıdalar. Sabah ki durumu aklında çıkaramıyordu. Adını unutmamıştı. Merdivenlerden indi en alttaki 3. basamağa oturup sigarasını çıkarıp yaktı. Katlanmış kotunun cebine çakmağını koydu. Paketi ise merdivenin oturduğu basamağı üzerine koydu. Nasıl olsa bir tane ile yetinmeyecekti. Dalmış düşünceli sigara içerken ona yaklaşan birinin olduğunu fark edemedi. Öyle saatlerinde genelde Hilmi beyin adam yakalama operasyonları hariç kimse o girişteki merdivenlerde oturmazdı. Zaten orayı tercih etme sebebi de oydu. Rüzgârın yapraklarda çıkardığı sese tok ve kendinden oldukça emin bir ses karıştı. - Affedersiniz ateşinizi alabilir miyim? Metin beklemediği bu uyaran ses ile sağ bacağını ileri atıp gövdesini geriye çekerek kotunun sıkışan cebindeki çakmağa ulaşıp çıkardı. Yakmak üzere ona yaklaşan adama doğrulttuğu çakmağı uzanıp alıverdi ateş isteyen orta yaşın üzerindeki adam.  O an göz göze geldiler, kır saçlı fazla samimi ve sıcak görünen ve doğrudan Metin’in gözlerine bakan bu adam - Siz Lotus’da çalışan kimyager olmalısınız dedi. Metin tanımadığı insanlarla uzun konuşmalar yapmayı çok sevmezdi. Belli ki bu soru beraberinde bir çok soruyu getirecek ve istemediği bir sohbetin içinde bulacaktı kendini. Ama her nedense adamın sesi ve ifadesini gerçekten sıcak ve samimi bulmuştu. Yine de bir yabancı o diye düşünüp yine kabuğuna çekilmek üzere hamle yapacaktı ki istemsizce - Evet, Lotus’da çalışıyorum ama kimyager değilim. Kimya Mühendisiyim dedi. Sol elinde uzun ve filtreli bir sigara öbür elimde ise Metin’den aldığı çakmağı olan adam aynı basamağın bir kaç metre ötesine biraz ağrılı sıkıntılı oturdu.

-    Ah affedersiniz doğru ya, Fizikçi ile fizik Mühendisi arasındaki fark gibi. Cehaletime verin işte. Neyse siz beni anladınız diye ümit ediyorum. Sanırım bir üç yıldır burada çalışıyor olmalısınız siz sık sık görüyorum..

-    Evet. Dedi Metin. Aralık’ta 3,5 olacak. Peki, sizde mi burada çalışıyorsunuz? Genelde ben pek dikkat etmem insanlara.
Uzakta bir noktaya bakıp öylece konuşmaya başladı adam. -A yok hayır. Ben kimyasal malzemeler satan bir firmada muhasebeciyim. Ufak firmayız bazen teslimatları ve tabi ki tahsilatları yapmak için buradaki firmalara geliyorum. Görmüş olmanız pek muhtemel değil. Sizin firmaya da malları ben getiriyorum. Aysel hanımdı değil mi muhasebe müdireniz? Onunla görüşürüz genelde. Demek getirdiğim malzemeleri bir araya getiren dahi sizsiniz? 
Gülerek espriyle, Kimyacıların kurşundan altın yapabildikleri söylenir ortaçağda, söyler misiniz sevgili Metin? Bunun doğruluk payı var mıdır?
Metin’i bir gülme aldı - Yok, hatta onlara simyacı derler. Ortaçağda takıntı olmuş kolay kazanç ve üzerinde çalışmışlar. Büyücü diye asıldıkları bile olmuş. Para kolay kazanılmıyor tabi derken birden durakladı. - Ben size adımı söylediğimi hatırlamıyorum.. Adımı nereden biliyorsunuz. Dedi yutkunarak.  
- Oh affedersiniz, yaka kartınız. Oradan görmüş olmalıyım. Diye işaret parmağı ve gözleriyle ileri doğru bakarak yaka kartını gösterdi adam. Metinin şaşkınlığı geçmemişti. Beyaz iş önlüğü ile gömleği arasına sıkışmış firma kimlik kartına elini attı. Yaka kartı her ikisinin arasına sıkışmış ve neredeyse üzeri okunmaz bir durumdaydı. Tamamen ortada bile olsa adı o kadar küçük yazıyordu ki o yaşta birinin bunu görmesi mümkün olmayabilirdi. Sorgulamadı, ama çok şaşırmıştı.
-    Size bir sır vereyim mi sevgili Metin? Dedi adam kısık bir sesle Metin’e doğru eğilerek.
-    Şu Hilmi Bey. Bence kompleksli ve kötü biri ve sanıyorum başarısız da biri. Bağışlayın sabah sizi gördüm. Tavrı hiç hoş değil. Sanırım hem amiriniz hem büyüğünüz diye sesinizi çıkarmadınız. Bağışlayın tanık olduğum için izlenimlerimi paylaşma ihtiyacı gösterdim.
Metin birden bire tereddüde düştü. Her şeyi bu kadar iyi gözlemlemiş biri mutlaka Hilmi beyin bir arkadaşı olmalıydı. Acaba onun ajanı gibi bir şey miydi? Ağzından laf alıp Hilmi beye karşı onu zor duruma düşürmeye mi çalışıyordu.

-    Kendisi amirimdir evet. Sert mizaçlı biridir. Bana değil herkese öyle. Dedi 
ama söylediğine kendi de inanmıyordu çünkü sadece ona karşı öyleydi. Ses çıkarmadığı sürece üzerine geliyordu. Patronun karşısında - Aman Ahmet beyciğim bugün ne kadar şıksınız. Vallahi ihale kesin size kalacak derken şirket çalışanı değil de sanki patronun eşi gibiydi.  O koca yaşında evde kalmış koca bir kadın gibi kırıtmasına hayret ediyordu. Belki de en içerlediği şey böyle birinin ona böylesine adice davranmasına izin vermesiydi. Sessizliği adam bozdu.

-    Yanlış anlamayın, homofobik falan değilim ama erkekten daha çok yaşlı bir kadının kaprislerine benzemiyor mu bu davranış biçimi?
Metin’in başından kaynar sular dökülmüş gibi oldu. Aman Allah’ım dedi içinden. Aklımı okuyor adam. Acaba mırıldandım mı diye kendinden şüphe etti. Kekeleyerek - Bu. Bunu da ne nereden çıkarıyorsunuz? Yaşlı başlı adam dedi ve fal taşı gibi gözlerle yanındaki adama baktı. Her nedense hala tuhaf bir güven elektriği yayılıyordu adamdan. Aynı şaşkınlıkla cesaretini toplayıp – Hem, hem siz de kimsiniz? Dedi bir çırpıda.
Adam tebessümle başını iki yana sallayıp - Hay Allah, ne kabayım Levent benim adım. Bahsettiğim gibi Polaris diye bir firmada çalışıyorum. Arkadaşlarım iyi bir gözlemci olduğumu söylerler. Hepsi bu. Gevezeliğimi bağışlayın dedi ve ekledi. 
-    En son ne zaman kendinize şöyle bir dışarıdan baktınız sevgili Metin. Çok paraya ihtiyacınız varmış gibi durmuyorsunuz. Mesleğiniz kolunuzda altın bilezik, evli de değilsiniz. Bu durumda çocuğunuz olduğunu da düşünmüyorum. Bence bu kadar nitelikli bir adam üstelik bu maaşa bu adamın kaprisini çekmemeli. Elini masaya vurmalı. Aksi takdirde her gece uykusuz kalacak ve bu sigarayı da bırakamayacaksınız.
-    Evli olmadığımı nereden biliyorsunuz? İş çığırından çıkmıştı Metin donuk ve şaşkın bir şekilde yanındaki bu adamın yörüngesine girmiş bir uydu gibi etrafında dönmeye başladığını hissediyordu.
-    Parmağınızda yüzük yok.
-    Boşanmış olabilirim. Belki iki çocuğum var.
-    Yapmayın Sevgili Metin 27 yaşındasınız. Okurken çocuk yapmış olamazsınız.
-    Ya .. Ya.. yaşım mı?...Maaş ha? Maaşım iyidir benim Onu bilemezsiniz.
-    Bordrolarınız Aysel hanımın masasında duruyor. Bence şirketin bel kemiği olarak onun iki katını isteme hakkınız var. Patronunuz buna kızacak ama ret etmeyecektir. Kovulduğunuzu düşünelim 3 kat boyunca sizi işe alacak ve bu parayı verecek sayısız firmaya mal veriyorum. Kendiniz küçümsemeyin. Firmanın tüm ürünleri sizin formülünüz ve bıraksalar daha kaliteli büyük markalara taş çıkaracak ürünler yaparsınız. Hatta özgüveninizi biraz arttırsanız Hilmi beyi yanınıza temizlikçi olarak bile alabilirsiniz. Hayır demeyecektir. O güce boyun eğmeyi seviyor. dedi kararlı ve gülerek. Gözlerini Metin’in gözlerinden hiç ayırmıyordu.
-    Siz…. siz biraz ileri gitmiyor musunuz?
-    Doğruları Söyleyerek mi? Sanmıyorum. Dinleyiniz. Her sabah kapıdan girerken selamlaştığınız şu kızla ne zaman konuşacaksınız hem siz ondan haber verin. Neydi adı? hım Yeşim’di sanırım Onu da yan firmadan tanıyorum. Onun için doğru bir isim. Yeşim taşına benzemiyor mu gözleri?
-    Ye .. Yeşim Hanım, şey hım evet, bana bakın çok ileri gidiyorsunuz. Yeşim taşını nereden çıkardınız hem. 
Metin şaşkın ve hiddetle ayağa kalktı. Duruşu değişmişti. Dik ve hiddetliydi. Sanki arenaya sokulmuş dövüş horozu gibi. Kimse ve özellikle hiç tanımadığı biri nasıl oluyor da hem özelini bu kadar iyi biliyor ve buna böylesine balıklama dalabiliyordu. Adamın öylesine bir duruşu vardı ki bir şey söyleyecek gibi oluyor ama merakına yenik düşüp onu dinlemekten kendini de alamıyordu. 
-    Bakın genç adam. Baştan beri söylediğim şeylerde kötü bir şey yok. Bunlar zaten sizin bildiğiniz şeyler, ben sadece bildiğiniz şeyleri neden uygulamadığınızı sizi tutan şeyin ne olduğunu merak ediyorum. Söylediğim her şeyi zaten yapmak istiyorsunuz bunu ikimiz de adınız kadar iyi biliyoruz. Sizin adınız Metin!. Adınız gibi dayanıklı dirayetli ve metanetli olmanız gerekiyor. Bu istediğiniz her şey almak için size yetecektir sevgili genç arkadaşım. Mesela Yeşim. Konuşun onunla, bence o da sizden bekliyor bunu. Yan yana çok güzel görünüyorsunuz hem. Belki o da sizin gibi çekingendir. Bunun ne demek olduğunu siz benden daha iyi biliyorsunuz. O değil de bence siz ona şans tanıyın.
-    Ben artık bu konuşmaya devam etmek istemiyorum. Dedi Metin. 
Şaşkın yorulmuş bir haldeydi. Ne diyeceğini bilemiyordu ama zihninde bir sürü ışık yanmıştı. Uzunca bir süredir bunları bu derece konuştuğu bir arkadaşı da olmadığından karanlıkta kalmış durumuna hiç kimse bu kadar ışık tutmamıştı. Hissettiklerini tarif edemediği için kelimeleri bir araya getirip adama bir şey söyleyemedi.
-    Benim de gitmem lazım zaten dedi adam. Tam bir iki adım atmıştı ki Metin seslendi.
-    Çakmağım. Dedi. - Sigaranızı bile yakmadınız benimle konuşmaktan. 
Levent arkasını dönmüş bir kaç adım atmıştı ki durup derin bir iç çekti. - Ah evet sigara! 
Sol elinde duran sigarayı parmaklarıyla kırıp usturuplu bir şekilde büyük çöp kovasına attı. Çakmağı uzatıp. - Ben sigara kullanmıyorum ki. Dedi ve o kendinden emin gülümsemesi ile çakmağı Metin’in sol eline tutuşturup hızlıca uzaklaştı.  Binanın köşesini dönüp kayboldu. Metin’i yaşadığı şokun etkisinden adamın köşeyi dönmeden hemen önce cebinden düşürdüğü kâğıdı görmesi çıkardı. olduğu yerden koşarak seslendi - Levent bey, Levent bey bir şey düşürdünüz. Kâğıdın yanına varıp eğilip kağıdı aldı ve köşeyi dönüp ara sokağa baktı. Kimseler yoktu. Tam bütün olanların bir hayalden ibaret olduğunu düşündüğü an sıkıca elinde tuttuğu küçük katlanmış kâğıt parçasına baktı. Belki telefon numarası falan vardı diye düşünerek kat yerinden kâğıdı açtı. 

Kâğıtta;  “Metin ol. Ben hep yanındayım” yazıyordu. İşte o an tüm tüylerine kadar ürperdi. - Kesik bir nefesle boş sokağa bakıp fal taşı gibi açılmış gözleriyle - Ba… Baba….. Diye mırıldandı.

Dizleri artık onu taşımıyordu ve üzerlerine düştü. Tüm her şey etrafında dönüyormuş bir tek o hareketsizmiş gibi hissetti. Ne kadar öyle kaldığını bile hatırlamıyordu. Bir sesle irkildi. 
- Metin beeey Metin bey… Mesai çoktan başladı siz nerelerdesiniz? Kendini toplaması çok uzun zaman almadı. Dizlerinin üzerine doğrulup doğruca Hilmi beyin gözlerinin içine bakıp 
- Elinizin köründeyim Hilmi Bey görmüyor musunuz? diye bağırdı. Omuzları dik elleri yumruk olmuş şekildeydi.  Kâğıdın olduğu elini cebine sokup, kağıda sıkıca sarıldı. 
- Siz siz ne biçim konuşuyorsunuz? Derhal bu tavrınızı Ahmet beye ileteceğim. 
Metin başı önde gözleri ileride bir avcı gibi gözlerini Hilmi’ye dikmiş bakıyordu. 
- Şayet işinizden olmak istiyorsanız söyleyin Hilmi Bey. Çünkü benim yaptığım işleri sizin yapamayacağınızı o da çok iyi biliyor. Size acıdığı için yanında çalıştırıyor. Kendinizi bana davranışlarınızla önemli kılmaya çalışıyorsunuz. Ben de buna izin veriyorum ama buraya kadar. Artık öyle bir lüksünüz yok. Hakaretleriniz ve kişiliksiz duruşunuzu alıp derhal önümden çekilin, bunu bir daha yapmanıza asla izin vermeyeceğim. Hilmi dona kalmıştı. Neredeyse düşmek üzere olan gözlüklerinin üzerinden titrek ve hırıltılı sesiyle bir şey söyleyecek gibi oldu ama omuzlarını dikip bir adam gibi değil bir kocakarı edasıyla hızla merdivenlere yöneldi. 

Metin’in sağ eli hala cebinde kâğıdı tutuyordu. Bir süre daha sokağa baktı ve sonra ağır adımlarla binanın girişindeki merdivenlere yöneldi. Öğle çoktan tatili bitmişti. Merdivenlere doğru gelen bir kaç kişi arasından Yeşim’i gördü. Belki bir ki saniye uzaktan adımlarını izledi onun gülüşünü, rüzgârın saçlarını savuruşunu, yeşil babetleriyle attığı adımları süzdü. Kendin çok hafiflemiş hissediyordu.

Ona yetişmek istercesine adımlarını hızlandırdı. Karşı karşıya gelmek üzereyken cebindeki kağıda sıkıca sarıldı ve bir nefeste;

-    Yeşim bir dakika konuşabilir miyiz? dedi…..

Son bir kaç kişi de içeri girdi. Öğle mesaisi başlamıştı ve bir de geç kalınmış yeni hayatlar.

Bahadır Üge

Kategori : Hikaye -  Tarihi : 14/09/2014

Tüm hakları Bahadır Üge'ye aittir. Adı belirtilmeden kullanılmaz. © Bahadır Üge

Şiirler - Bahadır Üge
Fotoğraf : Hossein Zare


Değerli yorumlarınız benim için önemlidir..